Kutu kutu pense

Bu hafta özel bir hafta!

Pamuk prenseslerin, küçük prenslerin ve içimizde yaşayıp da dışarı çıkmak için fırsat kollayan tüm çocukların, çocukluğumuzun günü var bu hafta!

Aradan yüzyıllar geçmiş olsa, içimizde aynı coşku aynı heyecan;

Bugün 23 Nisaaaannnn, neşe doluyor insaannn !

Yukarıda ‘mola’dan bahsettik ya, yaşamdaki en keyifli mola çocuk olmaktır aslında! Tabi hayatın başında olduğu için sözlük anlamıyla mola sayılmasa da büyüyünce arada geri dönüp içine girmek isteyince, sığınınca çocukluğun o kaygısız zamanlarına, molanın hası oluyor valla!

Çocukken bir an evvel büyüme telaşına girmek, büyüyünce de çocukluğa dönmek istemek, tuhaf bir ironi değil mi sizce de?

Düşünüyorum da ne acele etmişiz büyümek için, hayır yani ne olacaksa büyüyünce! Hadi büyüdün işte, değdi mi uğruna saf mutluluğunu, ağız dolusu kahkahalarını, içten gözyaşlarını kurban ettiğine! Tek derdinin dışarıda biraz daha kalabilmek, birazcık daha çizgi film izleyebilmek, abur cubur yiyebilmek olduğu o günler yerine evlilik meseleleri, geçim derdi, işyeri mobbingleri, arkadaş kazıkları, dost ihanetlerini tercih etmek! Bu ara dilimde tam da şu şarkı pelesenk; “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler/ Şimdi bana seninle bir ömür vaat etseler/ Şimdi bana “Yeniden ister misin?” deseler/ Tek bir söz bile söylemeye hakkın yok!”

Baharın bu ilk günlerinde, etrafta uçuşan polenleri görünce, çocukken onları bulut parçaları sandığım geldi aklıma! O uçuşan polenler, buluttan düşen” parçalardı bana göre ve bulutlara dokunmak o kadar zor değildi öyleyse! Size bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın, ben dört- beş yaşlarındayken, kar yağdığında onları parçalanan yastık içinden dökülen tüyler zannediyordum. Ne tüyü derseniz işte bomba kısım orası; gökyüzünde melekler eğlenerek yastık savaşı yapıyorlar, o sırada parçalanan yastıklardan oraya buraya saçılan beyaz tüyler de işte yeryüzüne yağan kar taneleri! Gördüğünüz gibi, küçük bir çocuğun hayal dünya dünyası ile hangi senarist yarışabilir ki!

Ortadoğu’da çocuk doğmak, can pazarı mülteci teknelerinde çocuk olmak konularına girmeyeceğim. Çünkü girersem insan olmaktan utanacağım, çaresizliğimle yüzleşeceğim! ‘Coğrafya kaderdir’ sözünün canlı şahitleri o çocukların, gerçekleşmesini umacak hayalleri bile olmayışına kahredeceğim. Gülmekten, huzurlu hissetmekten, yediğim lokmadan, aldığın nefesten çekineceğim! İşte o yüzden, bunları o suçsuz- masum çocuklara yaşatanları Allah’a havale edip çekileceğim!

Çocukken ‘Kutu Kutu Pense’ diye bir oyun oynardık, hatırlar mısınız; “Kutu kutu pense, elmamı yerse, arkadaşım (…) arkasını dönse!”

Oradaki ‘Kutu Kutu Pense’nin ne olduğunu düşündünüz mü hiç? Kutular dolusu pensenin yani tutma, sıkma, bükme ve kesme işleri yapmaya yarayan o aletin çocuk oyununda ne işi var?

Yokmuş meğer! Bu oyun, Fransa’dan geçmiş bize, orada; ‘écoutez écoutez pensez’ ismiyle oynanıyormuş; ‘Dinle dinle- düşün’ diyormuş çocuklara. Yani iki kere dinle, düşün ve anla!

Biz ise oyunu, telaffuzu benzeterek alıp içeriğe takılmamış; ‘Kutu Kutu Pense’ yapmışız! Yani mevzuyu anlamamışız, 2 kere dinleyip, 1 kere düşünmemişiz!

Büyümüşüz lakin akıllanmamışız! 

Yaşarken fark etmiyoruz ama hayatın en harika zamanı ‘çocuk olmak’!

Çünkü bir çocuğun gözünde dünyanın yedi harikası yoktur. Yedi milyon tane vardır, onun dünyasındaki her şey harikadır. Ve bebekliği saymazsak çocuk olarak başladığımız bu hayatta yaşlanıp yeniden çocuk olmak, son duraktır.

Cumhuriyetimizin 100. Yılında, yüzyıl önceden geleceği görüp çocuklarımıza bayram hediye eden ulu önder Atatürk’e saygıyla;

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun 104. defa!

Şimdi ve daima! 

………………………………*………………………………..

Düğüm

Bayram tatili ziyadesiyle uzun olunca, eh bir yerlere de gitmeyip şehirde kalınca, yapılacak en güzel şey de uzatıp ayaklarını, alıp yanına fındığını fıstığını, televizyon izlemek oluyor valla! Kesin bilgi- yayabilirsiniz çevreye, eşinize dostunuza!

Beden yorgunluğu geçiyor da bir şekilde, kafa yorgunluğu- işte o fena!

İşte oturup televizyonun karşısında, sarıp güzel bir dizi ya da filme, iyi geliyor bünyeye! Kurtarıyor insanı iç içe geçmiş sorunlardan, düğüm olmuş dertlerden, sıkıntılardan!

Düğüm demişken, işte 1 – 80 uzanmış, elimde kumanda, film platformları arasında gezinirken denk geldim bu diziye! Duymuştum önceden ama izleyememiştim bir şekilde!

Başrollerini Bergüzar Korel, Caner Cindoruk ve Serkan Altunorak‘ın paylaştığı ‘Düğüm’, Türk işi bir polisiye dizisi! Yönetmenliğini Can Ulkay’ın yaptığı dizi, başarılı bir haberci olan Neslihan Turhan’ın, oğlunun adının karıştığı cinayet sonrasında yaşadığı zorlu süreci anlatıyor. Kimliğini doğruluk ve dürüstlük üstüne kurmuş, yetenekli, başarılı ve hırslı televizyoncunun, mevzubahis oğlu olunca onu korumak ile yasaların uygulanmasını sağlamak arasındaki gelgitleri, izleyenleri etkisi altına alıyor.

Ne kadar dürüst olursan ol, ne kadar objektif davranmaya çalışırsan çalış, sevdiklerin hele de evladın söz konusuysa işler değişir. Öyle kimse dışarıdan ahkam kesmesin, bu iş böyledir!

Diziyi izlemezden evvel, geçtiğimiz aylarda arabasıyla yol kenarında bozulan ATV’lerini tamir etmeye çalışan gruba çarpan ve ne yazık ki 1 kişinin de ölümüne yol açan Timur Cihantimur’un annesi Eylem Tok tarafından Amerika’ya kaçırılmasında gelmişti bu konu gündeme hatırlarsanız! Etik ve doğru olan, ölüme sebebiyet veren çocuğun adalete teslim edilmesi elbette! Bu, tartışılmaz konulardan ama ana yüreği işte ne doğru dinliyor ne de vicdan! Şimdi kazada hayatını kaybeden kişinin de annesi yok mu diyeceksiniz haliyle, çok da haklısınız bence de! Lakin yeryüzündeki canlılar arasında tüm anneler, yavruları için canını feda edebilir. Öyleyse düşünün, hiç düşünmeden canını ortaya koyabilen bir ana için, yavrusunu yurtdışına kaçırmasını kim engelleyebilir! Akla mantıklı, dile de kolay gelmiyor belki ama ana yüreği telaşla çarpan tüm anaları da biraz anlamak gerekir.

Bu konuya daha önce niye girmedin, ailemizin yazarı olarak sen niye iki kelam etmedin diye soracak olursanız, denedim ama cesaret edemedim! Bir anne olarak, hem kazada ölen kişinin annesi adına, hem 1 çocuk annesi olan eşi adına hem de kazayı yapan çocuğunun hapishanede başına geleceklerden korkan anne adına acıdı içim, parçalandı yüreğim!

Kendi başına gelmeyenlerin, ‘adalet tecelli etmeli’ nidalarına hak verirken, öleni geri getirebilmek için her şeyi feda etmeye hazır bir annenin, evladını eliyle hapishaneye, her türlü kötülüğü acımasızca yapabilecek insan güruhunun önüne atamayışını da anlayabiliyorum kalbimin derinliklerinde! Allah böyle bir acıyı, çaresizliği, dilerim yaşatmaz hiç kimseye!

Ezcümle rica ederim kimse ahkam kesmesin oturduğu yerden!

‘Konuşabilmek’ ile ‘Konuşmayı bilmek’ arasında fark vardır ve çoğunluk ikinciyi bilmiyor görünen! Büyük lokma yemeyi, büyük konuşmaya tercih edin derim şahsen!

O yüzden kimseyi kınamayın aman!

Kınadığı şeyi yaşamadan, ölmezmiş insan! 

…………………………………………………*…………………………………………

Katil kripto mu?

Haftanın en üzücü olaylarından biri, genç bir doktorun, kripto para sebebiyle intihar etmesiydi hiç kuşkusuz!

İflas eden, yüksek meblağlarda para kaybeden ve yeniden başlamaya gücü yetmeyen onlarca kişiden biriydi merhum Dr. Gökhan Çalışkan!

Diyarbakır’da yaşayan Dr. Çalışkan’in, kripto para piyasasında ‘Kaldıraçlı İşlem’ yaptığı ve strateji hatası sebebiyle maddi anlamda büyük kayıp yaşadığı için buhran yaşadığı ve bu sebeple de atış yapmak gittiği poligonda kafasına sıkarak intihar ettiği belirtildi.

‘Kaldıraçlı İşlem’, yatırdığı bedel üzerinde daha fazla kar sağlayabilmek yani daha çok para kazanabilmek amacıyla sermayesinin üzerinde daha büyük pozisyonlar açmasına olanak tanıyan bir yatırım stratejisi! Yani buraya kadar okuyup da; ‘Adam kumar oynamış, kumarda kaybetmiş, ondan intihar etmiş’ diyenler, kripto para müessesesi, kumar değil görüldüğü gibi!

‘Nasıl yani, borsada oynamak gibi mi? diyebilirsiniz tabi ki, benzer ama farklı sistemlere tabi!

Hisse senetlerinin yatırım anacıyla işlem görerek alınıp satıldığı borsalar, merkezi yapıya sahipler! Halk arasında borsa dediğimiz ve hisse senetlerinin işlem gördüğü arena, işlemleri düzenleyen ve de denetleyen merkezi bir otoriteye bağlı! Kripto para borsaları ise genellikle merkezi olmayan yapı bazlı! Yani kripto piyasası, “dijital dünyanın finansal borsası!”

Borsa kumar değil elbet, kripto da öyle peki niye bilen- bilmeyen, anlayan-anlamayan bu işe giriyor, riske atıyor kendiniz sizce?

Cevap çok basit; yerinden kalkmadan, kolay yoldan para kazanmak! 1 koyup 3 almak, bunu da uğraşmadan yapacağını sanmak!

Ey güzel yurdumun güzel insanları! Hayalleriniz, gerçeklerden ne kadar uzak!

Sabah köründe yola düşenler, canını dişine takıp ekmek parası için kendini heder edenler, o kadar mı salak! Çalışmayana ekmek yok arkadaşlar, onlar gezer aylak aylak! Para, azmi sever, çalışanın cebinde, emekçinin terindedir ancak!

Ha tama kabul ediyorum, eskiden çalışılır, para biriktirilir, o parayla ev- araba alınır, yatırım yapılırdı. Varılacak hedef tatlıydı, çok çalışmak koymazdı. Şimdilerde hayat pahalılığı zirvede, kazanılan paranın miktarı da yerlerde olduğu için değil biriktirilecek, zorunlu ihtiyaçları alabilecek imkân yok. Hal böyle olunca kolay yoldan, yorulmadan para kazanma telaşına düşen çok!

Tamam parasız yaşamak mümkün değil de para kazanma şekli önemli!

İnsanların seni tanımasını istiyorsan paran olmalı, sen insanları tanımak istiyorsan paranın olmaması yeterli!

Bedava peynirin fare kapanında olduğunu bilenler, anlamıştır ne demek istediğimi!

Ağustosböceğinin zorbalıklarına direnen karıncanın da var herhalde bir bildiği! 

…………………………………*………………………………….. 

HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın İntikamı: Sosyal medyayı karıştırdı! Ayrıldığı sevgilisinden intikam almak isteyen adam, sevgilisinin evine internet üzerinden çok sayıda yemek siparişi verdi. Siparişler kapıda ödemeliydi ve yemekleri getiren kuryeler, evin kapısında kuyruk oldu. Yemeklerin parası ödenmeyince de kızılca kıyamet koptu! İntikamcı sevgilisinin evine gönderdiği onlarca yemek siparişini ödemeyen kadın, kuryelerle tartıştı ama kendi de kuryeler de haklıydı! Saçma sapan bir intikam uğruna değer miydi ekmek parası için koşturan onca insanı boşuna uğraştırmaya! Sevgilinin de, intikamın da hayırlısı valla! 

Haftanın İsyanı: Bitmek bilmeyen bir savaşın öfkesi, hırsı, gözyaşları! Aylardır bitmeyen savaştan, acıyla yoğrulmuş hayat yaşamaktan usanan İsrailliler, Gazze Şeridi’nde ateşkes ve esir anlaşması yapılması ve Başbakan Netanyahu hükümetinin istifası için ülke genelinde sokaklara indi! Esirlerin bir an önce evlerine dönmesi çağrıları yaparak davullar ve düdükler çalan protestocular, hükümeti suçlayan sloganlar attı! Yazık değil mi bunca acıya, yitip giden onca cana! Hala neyin toprağı, neyin hırsı, neyin savaşı hala ya! İnsanoğlu asla doymayan bir canavar, ilk çağda da 21. yüzyılda da! 

Haftanın Yasağı: Geldi- gelecek, geçti- geçecek derken oldu bile! Ünlü sosyal medya platformu TikTok’un yasaklanmasını mümkün kılan yasa tasarısı, Amerika’da Temsilciler Meclisi’nden geçti! 170 milyon sosyal medya kullanıcısını ilgilendiren bu yasa tasarısı, platformun geleceği tehlikede gibi! Başta Hindistan olmak üzere Belçika, Kanada, Danimarka gibi ülkelerde yasaklanan TikTok’un akibeti, bakalım ülkemizde ne olacak! Bu ara neredeyse tüm sosyal suçlar buradan işleniyor gibi geliyor bana, yasaklanırsa suç oranı azalacak gibi zannımca! 

Haftanın Tespiti: Sağlıkla ilgili! İngiltere’de yapılan araştırmaya göre D vitamini eksikliği olanlarda bunama riskinde %19-25 oranında artış gözlenmiş! Düzenli olarak D vitamini takviyesi alanlarda ise Alzheimer riskinde %17 azalma görülürken damar hastalığına bağlı bunama riskinde %14 azalma tespit edilmiş! D vitaminini kalsiyumda, kemiklerde bilsek de özellikle gençlerin unutkanlığının en önemli sebepleri bu vitaminin eksikliğiymiş o yüzden buna dikkat edilmeliymiş! D vitamini candır, gerisi heyecandır, umarım herkes anlamıştır! 

Haftanın Polemiği; Ülkenin olaylı familyası Tatlısesgil’ler arasında yaşandı! Ünlü şarkıcı İbrahim Tatlıses ile büyük oğlu Ahmet Tatlıses arasında süregelen polemik, hız kesmiyor! Oğlunun kendisi hakkında ‘akıl sağlığı yerinde değildir’ iftirası yüzünden hastane hastane dolaşan, 5 hastaneden  ve de Adli Tıptan da akıl sağlığının yerinde olduğuna dair rapor alan İbrahim Tatlıses, bu kez de oğlu ve torununu evden çıkartıyor suçlamasıyla karşı karşıya! Oturdukları evden çıkarıldıkları için ateş püsküren Ahmet Tatlıses ve oğlunu mirasından reddedeceğini açıklayan ünlü şarkıcı, beleş hayatı kabul etmeyeceğini söyledi!  Taraflar arasındaki bu gerginliğin, sert polemiklerin, daha uzun zaman süreceği belli! Baba-oğul arasına bile giren baba, başkalarına ne yapmaz ki!                                                                                             

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir